(Evrensel, Av. Fevzi Özlüer – 17 Ocak 2015)

Hükümet sözcülerinden sıkça duyar olduk, “Yüksek binalara son. Mekan politikamız, dikey değil yatay bir yapılaşma olacak” sözlerini. Bir tür ‘kültür devrimi’ inşası olarak sunulan yatay şehirleşme pratiğinin doğuracağı dikey krizlerden ise bahseden yok.

Başbakan Davutoğlu 62. Hükümet programında, “Başta kadim şehirlerimiz olmak üzere tüm mekanlarımızda politikamız, dikey değil yatay bir yapılaşma olacaktır” diyordu. “Yatay yapılaşma” kavramı, 62. Hükümet programına alınmadan önce de AKP’nin Mart 2014 yerel seçim beyannamesine girmişti. Her ne kadar Sultan Ahmet Camii’nin ve tüm boğazın siluetini bozan Zeytinburnu’daki 169 gökdelenleriyle ilgili Danıştayın “Yüksek katlar tıraşlanmalı” kararı henüz uygulanmasa da; Van Gevaş’ta Selçuklu Halime Hatun Kümbeti’nin sırtındaki kaçak yurt yıkılmasa da; yüksek katlı yapılar konusunda bir adım henüz atılmamış olsa da “ok yaydan” çıkmıştı. Ancak bu yeni imar düzenine geçiş arifesinde, yargı kararıyla hukuka aykırı bulunmuş yapılara da af getirmeyi unutmamışlar.

YENİ İMAR AFFI DÖNEMİ

Böylece, yargı kararı verildiği tarihte, yapı yüksekliği ne ise “kazanılmış hak” uygulamasına geçilecek. Yani 169 gibi pek çok yapı tıraşlanmayacak. Pek tabi, bu Kanun yürürlüğe girinceye kadar da kaçak yapı sayısının artacağını öngörebiliriz. Daha önceki imar afları daha çok, gecekondu sahiplerine yönelik getirilirken, bu Kanun daha çok “yeni zenginlere” avantajlar sağlayacak. 2981 sayılı Gecekondu Kanunu’ndan kaynaklanan hakların bu yıl sona ereceği gözetildiğinde, bir imar affı dönemi yeni bir imar affıyla kapanıyor diyebiliriz.

Merkezi hükümetin “yüksek yapılaşmaya” yönelik bu politik iradesine karşı ilk tepkiler de AKP’li Belediye Başkanlarından çoktan yükselmişti. Örneğin, Ankara’da sivil uçuşa yasak bölge için yapılan mania (uçuş güvenliği hattı) planlarında kat yüksekliklerine sınır konulunca başta Büyükşehir Belediye Başkanı olmak üzere, ilçe belediyeleri “Gelişmenin önüne Bakanlık engel koyuyor” diyerek plana dava açma hazırlığına girmişlerdi.

Aslında, şehirde artan arsa stoku, merkezdeki arsa stoku dışında riskli alan ve kentsel dönüşüm yoluyla elde edilecek yeni arsaların ticari olarak değerlendirilmesi ihtiyacı, riskli alan veya kentsel dönüşüm yoluyla şehrin merkezinde el konulan arsalardaki imar haklarının, imar hakları transferi yoluyla değerlendirilmesi düşüncesi, Büyükşehirlerin il sınırına kadar genişlemesi ve bu yeni yerleşim yerlerine alt yapı götürme zorunluluğu, bu zorunluluk için gerekli finans kaynakları ihtiyacı bir arada düşünüldüğünde yatay mimari yaklaşımının iktisadi yönünü anlamak daha mümkün olmaktadır.
İşte TOKİ Başkanı Ergün Turan’ın 3 Ocak 2015’teki yüksek binalarla ilgili açıklaması da tam bu bağlamla ilgilidir. Turan, “Yüksek imar eleştirileri var. Yüksek imar, yüksek konut değildir. Yüksek para kazanacağız anlamına gelmez. Bizim merkezlerde yerlerimiz var. Oralarda bina değil de, işyeri ve büro yapılırsa onların kiraları daha fazla oluyor. Gelirlerimizi de oradan sağlayacağız.(…)” diyordu.

YENİDEN MÜLKSÜZLEŞTİRME

Pek tabii bu rıza üretme süreçlerinde hiçbir sorun yaşanmayacağı anlamına gelmiyor. Geleneksel olarak, imar rantına dayalı büyüyen ekonomik sisteme alışmış kitlelerin, yöneticilerin ve damlama sistemiyle sistem içinde üretmeden zenginleşen orta ve alt sınıfların yeni imar düzeninin dışına itilmesi öyle kolay olmayacak.

Rıza üretme süreçlerinde, piyasanın zor mekanizmalarıyla karşı karşıya gelecek olan eski arsa zenginlerinin ve arsası ve imar hakları üzerinden zenginleşme hayali içinde olan orta ve alt sınıfların finansal sistemin bu baskısı karşısında mülksüzleşmeye doğru yelken açması uzak bir ihtimal değildir. Yatırım aracı olarak görülen gayrimenkul artık kimsenin yastığının altında kalmayacak. Mülk sahiplerini, gayrimenkullerini piyasaya sokmaya zorlayan bu sistemde, mülk sahipleri ya kazanacak ya kaybedecek. Gayrimenkul borsasında üçüncü bir yol yok.

Mevcut yeni imar düzeniyle, kent merkezleri göreli olarak, ticaret ve finans merkezi haline getirilirken; kırsal alanlar da, kentsel arazi haline geliyor. Kentin merkezi, konut alanı olmaktan çıkıyor. Bu, iş ile ev arasındaki mekansal yarılmayı daha da arttıracak. İnsanlar, daha fazla zamanı yolda geçirecek. Kentlerin enerji sorunu daha karmaşıklaşacak. Kentlerin enerji talebi artacak.

DOĞANIN SÖMÜRÜSÜ VE YATAY MİMARLIK

İşte bu ahval içinde, yatay mimarlığın ipuçlarını ise yerel mimariye geçiş söylemi içinde çözümleyebiliriz. Konut edinmek isteyenleri kırsala yönlendirmek, kentsel merkezdeki arsa sahibini de takas veya imar hakkı transferine ikna edebilmek için kırsalda nispeten nitelikli sayılacak alanların da konut sektörüne açılması olasıdır. Örneğin, üçüncü köprü ve havaalanı yolu gibi alanların kısa sürede imara açılacağını ve yapılaşacağını bu nedenle söylemek mümkündür. Kırsala sürgün, yeni uydu kentlerin doğmasını da tetikleyecektir. İstanbul için tek başına bir kanun düzenlemesine gidilecek olması da bu gelişmelerle ilgilidir. Kırsal, endüstriyel tarım yanı sıra, kentleşme baskısı ile daha da küçülecek. Bu durum, kır ile kent arasında yarılmayı derinleştiren sürecin devamıdır.

Kentsel hizmet alanlarında, mülkiyeti kamuya geçmemiş arsası bulunanlar, arsasının bulunduğu alan riskli alan uygulamasına veya kentsel dönüşüme girenlerin mülkiyet haklarını korumak adına pek çok doğal alan da imar planları yoluyla yapılaşmaya konu edilecektir. Mülk sahiplerini şehrin çeperine sürmenin muhtemel yollarından biri de, doğanın yağmalanmasında mülk sahiplerinin ortak kılınmasıdır. İşte yatay yapılaşmanın konusu olacak bu alanlar, dikey bir ekolojik krizi de beraberinde getirecektir. Mevcut su havzaları, koruma bölgeleri, tarımsal olarak nitelikli araziler kısa sürede bu yatay yapılaşmanın gündemine girecektir.

KENTSEL ÇÜRÜME PEŞİ SIRA GELECEK

Yatay yapılaşma hayalinin getirdiği, “aile tipi” yaşanabilir şehirler hayali de kısa sürede, şehrin çeperinde bugün yaşadığımızın benzeri bir “kentsel çürümeyi” beraberinde getirecektir. Dünün kırsalı bugünün uydu kentleri olacaktır.

Tam da bu ihtimal gözetildiği içindir ki, yatay şehirleşme pratiği bir tür “kültür devrimi” inşası olarak sunuluyor. Batı şehirleşme pratiği karşısında, haneyi esas alan bir “Medine” şehir pratiği yeşertiliyormuşçasına söylem üretiliyor. Geleneksel Türk-İslam konutuna, geleneksel ev tipine yapılan vurgu da modernist yapılaşmanın kültürel jargonunu besliyor. Şehrin merkezinin dışına haneyi taşımak ve merkezi ticaret-finans odağı haline getirmek için bu yatay mimari söylemi dillendiriliyor dediğimizde olanı abartmış sayılmayız. Yoksa ortada, kırı ve kenti bütünleştirmeyi amaç edinen “bahçe kent” politikaları ve pratikleri var da biz görmüyor değiliz.