‘Rant Kanalı Projesi’ çerçevesinde yok edilmesi planlanan köylere yaptığımız ziyaretlere bu hafta da devam ettik. İlk durağımız Sazlıbosna Köyü idi. Sazlıbosna yerleşimcilerine daha önceki ziyaretimizde ‘bir belgesel hazırlayacağız’ sözü vermiştik. Hem çekim yapmak hem de son durumu konuşmak için köyün kahvesine gittik.
Sazlıbosna 300 hanelik, nüfusu 2 binin üzerinde bir köy. Büyük kısmı bir asırdan da önce gelen Tatar göçmeni ailelerden oluşuyor. Köy küçük bir yer, emniyetin sıkı takibi de malum, buna rağmen insanlar gelip bize, kameraya dertlerini anlatmaktan çekinmedi. Çünkü köylü sıkıntılı. Topraklarından koparılacak olmalarının düşüncesi yerini hemen başka bir düşüncenin kaçınılmaz telaşına bırakıyor. Alışık olmadıkları yaşam şartlarına mecbur edilirlerse geçimlerini nasıl sağlayacaklarını sorgularken ister istemez avuçlarındaki ata topraklarına karşılık vaat edilenleri düşünüyorlar. Ama o vaatler bile bazılarında çoktan hayal kırıklığına dönüşmüş. Bir kısmı önceden arazilerini satmış ama onun getirisi yeni bir yaşam kurmaya bile yeterli olmamış.
Şimdi kalanlar için yeni imar planı çerçevesinde arazilerinin ellerinden gideceği kesinleşmiş ama karşılığında barınacak bir yer alabileceklerinden bile şüpheliler. Barınacak bir yer bulsalar bile hayat tarzlarından kaynaklı önemli bir avantajı kaybedeceklerini de fark etmişler. Bu durum röportajlara ve sohbetimize çokça yansıyor.
Hepsinin sebze-meyve yetiştirdikleri tarlaları, küçükbaş/büyükbaş hayvanları, tavukları var. Büyük bahçeli evlerde yaşıyorlar. Bunlar kendilerine yetmelerini sağladığı gibi; yumurta, sebze, meyve satışından gelir de elde ediyorlar.

Proje gerçekleşirse bunları kaybedecekler.
Küçük tarlaları gezdik; pırasa, ıspanak, biber ekilmiş… İzin alarak söktüğümüz pırasanın kokusu etrafımızı sardı. Bu pırasa marketten aldıklarımıza benzemiyor, etrafına yaşam saçıyor.
Sazlıbosna’daki kahveye son bir defa uğrayıp, kolay gelsin dedikten sonra yolumuzun üzerindeki Dursunköy’e gittik. Köyün kahvesine oturup bir çay içelim dedik ve olaylar gelişmeye başladı.
Çaylarımızı içerken 5-6 jandarma hışımla içeri daldı, göstermelik bir şekilde diğer oturanlara “siz bu köyden misiniz?” diye sorduktan sonra bizim masamıza gelip kimliklerimizi istediler ve aynı soruyu bize yönelttiler.
“Geçiyorduk uğradık, çay içiyoruz” şeklinde cevap alınca, sanırım sorularının mantıksızlığını idrak edip doğrudan konuya girdiler; “Kanal İstanbul’la ilgili burada eylem yapamazsınız” dediler. Biz de; “şu anda eylem yapmıyoruz zaten” dedik. Kendilerince açık bulmaya çalıştıklarının bir ifadesi olarak “çekim de yapamazsınız” dediler.
“Neye dayanarak çekim/haber yapılmasını yasaklıyorsunuz?” şeklindeki sorularımıza karşılık olarak da; ‘İl Hıfzıssıhha Meclisi’nin 89 No’lu kararını’ dayanak olarak gösterdiler.
Bu karar covid 19 önlemi olarak düğün, nişan, konser ve etkinlikleri yasaklayan bir karar.
Bir belgeselcinin röportaj yapmasıyla, çekim yapmasıyla konser ve etkinlik arasındaki bağlantıyı kuramadık.
Jandarma şöyle kurmuş; kararda “vb.” ifadesi geçiyormuş ve her türlü etkinlik o ‘ve benzeri’ kapsamına giriyormuş.
Tabi bu karar İstanbul’un hiçbir yerinde bu şekilde uygulanmıyor. Bir belgeselci, sinemacı ya da gazetecinin bu karara dayanılarak engellendiği basına yansımış değil ama Dursunköy’deki jandarma için bu önemli değil. O böyle yorumlamış. Nihayetinde çekim yaparsak zor kullanacağını söyledi.
Bu kadar jandarma personeli ile birlikte dolaşırken köyde çekim yapmayı bırakın bir vatandaşla sohbet etmemiz zor olduğu için çaylarımızı bitirdikten sonra köyden ayrıldık.
Bu kısa Dursunköy yolculuğu köyde yaşayanlara yönelik baskılar hakkında da bize önemli ölçüde fikir verdi, biliyorduk ama bir kez daha tecrübe ettik. Biz ise ziyaretlerimize devam edeceğiz, durmak yok.
(KOS Medya)